top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıİlgebey

ARTIK HER ŞEYİN SUYU ÇIKTI...

Doğada her canlının kendine özgü bir hayatta kalma biçimi var. Bunlar farklılıklar gösterse de hepsinin temelinde bir ortak nokta bulunuyor: Beslenme.


Dışarıdan besini alma sebebimiz, o besinin içerisindeki bileşenleri vücudumuzda solunum tepkimesi sırasında “yakmak” ve böylece kullanabileceğimiz enerji formuna çevirmek. Bizi hayatta tutan olan şey, dışarıdan gelen bu enerji. İnek, ördek, ornitorenk, tembel hayvan, Scarlett Johansson, ben, Salmonella, şarbon, balina… hepimiz bu kurala tabiyiz. Peki bu enerjinin kaynağı ne?

Öncelikle güneş. Tamam, sığır etinin kalori içeriğiyle güneşin direkt bir ilişkisi yok gibi görünebilir ama tüm canlılar alemini düşündüğümüzde içimizden bazıları da bizim aksimize enerjiyi dışarıdan almaya muhtaç değil. Bu dışarıya hiç muhtaç olmadığı anlamına gelmese de bitkiler güneş ışığından faydalanarak “fotosentez” adı verilen bir tepkimeyle besin (enerji deposu) ve oksijen üretirler. Bizim yaptığımız ise bunun tersi, besini oksijenle yakarak karbondioksit oluşturmak ve besindeki saklı enerjiyi kullanabileceğimiz forma çevirmektir.

Güneş ışığı bitkinin yaprağına çarpar ve o sırada besin üretiminin basamakları işlemeye başlar. Bunun gerçekleştirildiği departmanın (organel) adı kloroplasttır ama kloroplast şart değildir besin üretmek için. Onun içerisinde bulunan ve bitkiye yeşil rengini veren “klorofil” olduğu sürece bitki (ve kimi tek hücreliler) güneş ışığı sayesinde kendi kendine besin üretebilir.


Modern yaşam bireyleri hasta edecek ve obeziteye itecek çok şeye sahip ve artık insanlar beton ormanlarına sıkışmış hayatlarında “saflık” arayışındalar çünkü bu yaşam tarzı biraz “toksik”, sanki biraz zehirleyici gibi. Dünyanın öbür ucundaki kişilere, o an aklımıza düşen bir sorunun cevabına, bilmediğimiz bir dildeki kelime ya da cümlelerin karşılığına ve daha bir çok şeye erişebilsek de bir yandan da bundan uzaklaşma gereksinimi duyar olduk. Şu gereksinimin spesifikliğine bakın! Evrim süreci devam ederken şehirleşme ve modern yaşam bireylerin isteklerini de spesifikleştirdi, yani daha ayrıntılı ve nokta atışı haline getirdi. Bu toksik ortamla yaşamayı kolaylaştırmak gerekiyordu elbette. Bireyler arayışlar içerisinde oldular ve olacaklar o “arınma” hissine erişebilmek için. Bunu sağlayabilmek için yakın zamanda atılan adımlardan birisi de klorofile şans vermek oldu ve bunu en somut şekilde belgeleyen gelişme, milyonlarca kez izlenen TikTok videoları oldu. Bireyler damlalıklar, tozlar, tabletler halinde klorofil tüketerek cilt bakımı, zayıflama, bağışıklık, “detoks” gibi faydalar umar oldular, çeşitli challenge’lar gerçekleştirdiler. Peki bunda gerçeklik payı var mıydı?


KLOROFİL NE Kİ?

Klorofil, bitkiye yeşil rengini veren bir pigment. Yapısına bakıldığında merkezinde magnezyum bulunduğunu görürüz. Klorofilin bu halini günlük hayatta karşımıza çıkan yeşilliklerde bulabiliriz. Ama bunun daha pazarlanabilir ve sunulabilir (“prezentabl” demeyelim diye) hali var bir de: “Klorofilin”. Bunun farkı merkezinde magnezyum değil bakır bulunması.


Eee yani?


Bu farklılık, klorofilin’i suda çözünebilir hale getirir. Damlalığın içerisine doldurduğumuz klorofilin’i suya damlatmak suretiyle tüketilebilir hale getirmiş, yemyeşil bir su oluşturmuş oluyoruz. Yoksa bunun haricinde özellikleri klorofil ile benzer.


Klorofil ve klorofilin ile ilgili iddia edilen şeyler şunlar:

- Bağışıklığı uyardığı

- Vücuttaki mantarı “aldığı”

- Kana “detoks” yaptırdığı

- Bağırsakları “temizlediği”

- Kötü kokuları “aldığı”

- Enerji verdiği

- Kanseri önlediği.



(Burada tırnak işareti kullandım çünkü bu tip tabirlerle sık karşılaşıyoruz. Bir konuyla ilgili iddialar ortaya atılırken bu tabirler kullanılıyor ve bunlar çok muğlak kelimeler. Ya da “esnek” mi desek? Mantarı “almak”… Böyle bir bilimsel söylem sunamayız. Nasıl “almak”? Alıp napıyor? Nasıl alıyor? “Kana detoks yaptırıyor, bağırsakları temizliyor”. Böyle söylerken bunu nasıl yaptığını belirtmek gerekir, nasıl yani “temizliyor”? Bir insandan bahsediyor olsak bir yüzeyi nasıl temizlediğine kolayca cevap bulabiliriz (deterjan, sabun, mutfak bezi vs), burada da hiç değilse buna benzer bir açıklama beklememiz normal. Şimdiden klorofil’e karşı çıktığımdan dolayı değil, amacım eleştirel düşünmeye teşvik etmek. Devam.)

Bu iddiaları teker teker inceleyelim:


CİLT BAKIMI KONUSU

İddia: Derideki yaralarda bakteri üremesini engeller, bağışıklık sisteminin bir tepkisi olan ve genelde alerji benzeri tepkiler (kaşıntı, kızarıklık, akıntı gibi) vermemize sebep olan “inflamasyon”u azaltır.


Bununla ilgili çalışmaları derleyen bir araştırma var, 2008’e ait. Burada yarası olan bireylerde yaraya papain, üre ve klorofilin içeren merhemler uygulanmış. Sonuç olumluymuş, yaralarda iyileşme kaydedilmiş. İyi, hoş. Ama burada sorun çalışmanın dizaynında (yani eğer amacımız klorofilin’in etkisiyle ilgili çıkarım yapmaksa) çünkü burada görülen etkiye klorofilin mi sebep oldu, bilemiyoruz. Belki de tek başına üreden kaynaklıydı bu sonuç. Ya da sadece papain… Ya da bahsedilen etki yalnızca bu üç bileşen bir aradayken ortaya çıkıyordur. Ya da gerçekten de sadece klorofilinden kaynaklıdır? Ama işte… bir şey diyemeyiz bu durumda.

Kimi durumlarda deriye canlı bir görünüm verdiği belirtiliyor.

Burada sebep klorofilin değil, klorofilin sayesinde artan su tüketimi de olabilir. Yine de, klorofilin eğer su tüketimini artırmayı sağlıyorsa bu da iyi bir şeydir.


“Journal of Drugs in Dermatology” dergisi, klorofilin kullanımı sonucunda ciltte olumlu etkiler olduğunu belirtmiş ve “Korean Journal of Investigative Dermatology” dergisi de 45 yaş üstü kadın bireylerde kırışıklık ve derideki elastikiyetin önemli düzeyde etkilendiğini saptamış. TikTok’ta #chlorophyll etkiketi 2016’dan bu yana 200 milyondan fazla izlenme almışken TikToker’ların zayıflama ve şişlik gidermede klorofilin etkili olduğunu söylemesi bir çok insanı etkilese de konu hakkında araştırma çok az.


2015’te de bir çalışma yapılmış. Bu çalışmaya katılan bireyler akneden muzdaripmiş. Ama katılımcı sayısı sadece 10’muş. Neyse, devam edelim. Bu bireylere 3 hafta boyu klorofilin verilmiş ve klorofilin, jel halinde akneye uygulanmış. Sonuç olumluymuş.

Bir diğer 2015 çalışması ise daha uzun süreli. Ama yine 10 kişiyle... Bu kez bireyler akneden değil, güneş ışığına bağlı hasardan muzdarip. Klorofilin bu bireylere jel halinde verilmiş. Sonuç olumluymuş.


Ama birkaç sorun birden var burada:


· 10 kişilik bir grup, genel bir çıkarım yapmamıza yardımcı olamayacak kadar küçük bir topluluktur.


· Bu çalışmalarda bir kontrol bir de deney grubu olmalı. Yani bir gruba klorofilin’li jel verilirken diğer gruba klorofilin içermeyen jel verilmeli ki karşılaştırma imkanı olsun. Belki de yaralar kendi doğal akışı içerisinde iyileştiler veya herhangi bir bireyde görülecek hızda iyileşme gösterdiler?


· Şimdiye kadar klorofilinin ağızdan alındığı bir çalışma yok. Bahsi geçen iki çalışmada da direkt olarak bölgeye uygulanan jeller kullanılmış.


“Klorofilin yaraya iyi geliyormuş” diye düşünerek bir kişi sipariş verdi diyelim. Ama jel mi, merhem mi, tablet mi, dikkat etmedi. Belki gerçekten de jel formuyla sonuca ulaşacakken sipariş ettiği tablet formu jel formu gibi etki gösteremediği için bir sonuca ulaşamadı? O yüzden jel formu, tablet formu, damla formu gibi farklı formlarının etkilerinin karşılaştırıldığı çalışmalar da lazım bize.


“KAN YAPAR”

İddia: Kırmızı kan hücrelerinin (alyuvar) kalitesini artırır.


Konuyla ilgili 2004 yılında yapılan bir çalışma var, ama çalışmada klorofilin kullanılmamış. Burada kullanılan şey “buğday çimi”. Talasemili (Akdeniz anemili) bireylerle yapılan bu çalışmada bireylerin kan transfüzyonu ihtiyacının azaldığı görülmüş.


Burada da sorun var. Bunun sebebinin klorofilin olduğunu çalışmanın yazarları dahi belirtmiyor. Bu etkinin kaynağı buğday çiminin kendisi olabilir. Yani buğday çimi değil de maydanoz kullansak belki de bu etkiyi göremeyecektik. Diğer bir deyişle, belki de olayın klorofilin’le hiç ilgisi yok da direkt çimin kendisiyle ilgisi vardır (Bu arada biz, direkt olarak klorofilin ile yapılmış çalışmalar çok az ve olanların da tasarımı yetersiz olduğundan benzer çalışmalara dadanıp oralardan fikir edinmeye çalışıyoruz şu an. Dolayısıyla buğday çimi ile ilgili etkiyi görmek amacıyla tasarlanmış bir çalışmada klorofilin ile ilgili etki görmeye çalışıp da göremezsek sorunu çalışmada aramanın manası yok tabii).


“ŞÖYLE İÇİMİZİ DIŞIMIZI BİR TEMİZLESİN”

İddia: Detoks yaptırır.


“Detoks” söylemi süslü bir ambalaj gibi. İlgi çekiyor ama ne ifade ettiği belirsiz.


“Detoksifikasyon” kelimesi ise karaciğer, böbrek, ince bağırsak, dalak gibi organlarımızın katkısıyla gerçekleşen, toksik özellikteki maddenin bu özelliğinin azaltılarak vücuttan atılabilir hale gelmesini sağlama sürecidir. Yani vücut -eğer sağlık yerindeyse- kendi detoksunu kendisi yapar. Detoks için dışarıdan alınacak bir takviye maddesine, bir şeylerin suyuna vs ihtiyaç duyacak olsaydık bugünlere kadar gelemezdik zaten.

Her neyse, konuyla ilgili bir çalışmada klorofilin, doza bağlı olarak karaciğer tümörünü %29-63, mide tümörünü ise %24-45 azaltmış. Ama HAYVANLARDA. Herhangi bir hayvanda görülen bir sonucu doğrudan insan için de geçerli sayamayız. Yine de “İnsanda da aynısı olabilir mi acaba?” diye sorulmasının ve konuyla ilgili çalışmalar yapılmasının önünü açmış oluruz. Ayrıca bu çalışmanın bir de başka bir yanı var: Yeşilliklerle alınan klorofil, tümör boyutunu bir noktaya kadar azaltsa da yüksek dozlarda karsinojene (kanser yapıcı) maruziyet olduğunda durumu kötüleştirmiş ve tümör sayısını artırmış.


2018 yılına ait bir çalışmada pankreasta görülen kanser hücrelerinin klorofil’den nasıl etkilendiği incelenmiş. Ağız yoluyla alınan klorofil, tümör boyutunda düşüş sağlamış. Ama FARELERDE. Devam.


Yalnızca 4 kişinin gönüllü olduğu bir çalışmada ise zehirlenme vakalarına yol açabilecek olan “aflatoksin” adlı küfün sindirimini azalttığı görülmüş. Merak etmeyin, bu kez insanlarda… Ama işte, yalnızca 4 kişide... Ve bu sonuçtan yola çıkılarak göre kanser hücresi oluşumunu azaltabileceği ön görülmüş. Az sindirilirse az zehirler sonuçta.


Çin’de yapılan eski bir çalışmada bunu destekler bir sonuç elde edilmiş. Her öğünde klorofilin alan bireylerde, vücutlarında aflatoksin olduğunu belli eden göstergelerin (“biyomarkerlar”) %55 azaldığı görülmüş. Çin’de 2012 yılında başlayan ve 20 yıl sürecek olan bir çalışmada ise klorofil’in karaciğer kanseri üzerindeki etkisine bakılacak. Bunun yanı sıra klorofil’den zengin bir diyetin kolon kanserini nasıl etkileyeceğini görmek adına da yeni çalışmalar düzenleniyor. Böyle bir diyet, ıspanak, brokoli, roka, maydanoz gibi yeşilliklerin tüketiminin artırılmasıyla sağlanabilir ama 2019 yılına ait bir çalışmada bahsi geçen türden bir diyete bireylerin uyumunun düşük olduğu (%73.2) saptanmış.


“SÖKSÜN ALSIN”

İddia: Zayıflatır.


Yoo…

Tek başına hiçbir şey sizi zayıflatmaz. Günlük alınan toplam kaloriyi günlük harcanan toplam kalorinin altında tutmadığımız sürece kilo veremeyiz. Böyle bir sihirli değnek yok.


Neyse, sakiniz.


2014 yılına ait bir çalışma var konuyla ilgili. Klorofil içeren takviye ürününü kullanan bireylerin diğer bireylere göre daha fazla kilo verdiği ve kolesterol düzeylerinin düştüğü gözlenmiş.


Güzel, değil mi?


Öyle basit değil maalesef. Öncelikle çalışmaya sadece 38 kişi katılmış (“10’dan iyidir” demeyin şimdi, bu kadar küçük gruplarla olmaz) ve bahsi geçen etkinin klorofilden kaynaklanıp kaynaklanmadığını bilmiyoruz. Belki takviye üründe klorofil’le birlikte bulunan bir başka madde buna sebep oldu? Bir şey diyemiyoruz.


“TÜTSÜN”

İddia: Kötü kokuları alır.


Klorofil’e Misnet muamelesi yapılıyor gibi görünse de hali hazırda 1940’lardan beri klorofil belli kokuları nötralize etmede kullanılıyor. Yine de konuyla ilgili çalışmalar hem eski hem de sonuçları çelişkili.

Yakın döneme ait bir çalışmada ise (genetik kaynaklı) balık kokusu şeklinde bir vücut kokusuna sahip olunmasına yol açan “trimetilaminüri”li bireylerde kokuya sebep olan “trimetilamin” düzeylerinin ve haliyle de kokunun azaldığı görülmüş.


Ya nefes kokusu? Elde bununla ilgili destekleyici bir veri yok.


RİSKLER

- Klorofil bilindiği kadarıyla toksik değil ama ishal, bulantı, sindirim güçlüğü, alerji, karında kramp gibi sorunların yanı sıra yeşil, sarı ya da siyah dışkı gibi sorunlara, bölgeye direkt olarak jel halinde uygulandığındaysa yanma gibi semptomlara yol açabilir.


- Hamile ve emzikli bireylerde etkisi üzerine bir çalışma yok ama bu gruptaki ve 18 yaş altındaki bireyler için soru işaretleri fazla.


- Kullanılan ilaçlarla etkileşebilir.


- Klorofil, bitkinin güneş ışığını kullanabilmesini sağlar. Klorofilin tüketimi gerçekleştirdiğimizde kimi bireylerde güneş ışığına duyarlılık artabilir ve böylece yanıklara daha eğilimli hale gelinerek deri kırılganlığı artabilir. “Psödoprofiri” denilen bu durumda güneşe maruziyet sonucunda kabarcıklı kızarıklıklar gelişebilir. Düşük de olsa böyle bir risk mevcut.


GÜVENLİ DOZ?

FDA’nın önerdiği günlük güvenli kullanım dozu 100-200 mg klorofilin şeklinde.


Üst sınır ise 300 mg.


Oregon State University verilerine göre 1 kupa çiğ ıspanakta 24 mg, 1 kupa çiğ maydanozda 19 mg ve diğer yeşilliklerin 1 kupa kadarında 4-15 mg klorofilin bulunuyor. Üniversite, günde 3 doza bölerek 100-300 mg tüketimi güvenli buluyor.



Damla formundaki üründe 1 damlada 2 mg, 1 tablette ise 100 mg klorofilin bulunur. Belirtmek gereken bir nokta daha var: Bu takviye ürünler herhangi bir denetlemeye tabi değil. İçinde bulunduğu iddia edilen bir madde bulunmayabilir, belirtilen miktarlarda olmayabilir ya da belirtilen etkiye sahip olmayabilir.


120 kullanımlık bir damlada eser elementler, A, B12, C, D, K vitaminleri ve elektrolitler de bulunuyor, ki B12 hariç burada sayılan besin ögelerini yeşil yapraklı bitkilerden almak zaten mümkün.


Klorofilin, su, meyve suyu, sos vb.ye eklenebilir, aynı zamanda toz halinde de kullanılabilir. Sıvı klorofil içeceği evde maydanozu blenderdan geçirip suyla karıştırılarak yapılabilir. Sıvı formu tablet halinden daha etkili olabilir çünkü sıvı formdaki besinlerin sindirimi daha kolaydır.

SONUÇ

Kullanımı toplumun geniş bir kesimi için güvenli görünse de klorofil’i illa ki takviye ürün halinde almamız gerekmiyor. Tamam, takviye üründe yeşilliklerde bulacağımızdan daha yoğun halde klorofil almış ve bunu daha yüksek miktarda, daha iyi sindirilebilir hallerde tüketmiş oluyoruz ama bitkiyi tüketerek alacağımız vitaminler, mineraller ve posa ne olacak?


Taze yeşillikler klorofil açısından zaten zengin ve ıspanak, maydanoz, roka, taze fasulye, bezelye, brokoli gibi yeşilliklerin tüketimini sıklaştırırsak klorofil alımını sağlamış oluruz. Bir kere 1 bardak klorofil suyu hiç de ucuz değil (120 kullanımlık klorofilin damlası 60 dolar, toz halinde buğday çimi ise 12 ila 60 dolar), daha çok sebze tüketmek ise bundan çok daha az maliyetli. Klorofil’i yeşilliğin YERİNE koymamak gerek.



Klorofil’i kullanmak gebe, emzikli ve 18 yaş altı haricinde güvenli görünüyor belki ama abartmayalım, sebzenin kendisini yemek her zaman daha iyidir.


KAYNAKLAR

8- https://chlorophyllwater.com/products/chlorophyll-water-liquid-chlorophyll-drops

312 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page